Haber Detayı

BARO BAŞKANIMIZ AV. ZAFER KAZAN HUKUKİ HABER'E ÖZEL AÇIKLAMALAR YAPTI.

BARO BAŞKANIMIZ AV. ZAFER KAZAN HUKUKİ HABER'E ÖZEL AÇIKLAMALAR YAPTI. - “Yolsuzluk operasyonlarından” sonra yargıya müdahale yapıldığını düşünüyor musunuz? Son bir yılda yürütme ve yargı arasında ne tür birliktelik veya ayrılıklar yaşanıyor?

Müdahale yapıldığını düşünmüyorum artık! Müdahale çizgisini çoktan geçtik! Türk yargısı şuan içinde olduğu durum itibariyle tamamen lağvedilmiştir. Türkiye’de bir “yargı” olduğunu kimse iddia edemez.  Bir hukukçu olarak yargının içinde olduğu bu durumdan utanıyorum! Ancak yargı bir günde bu hale gelmedi. Yargıyı hakim, savcı ve avukatlar olarak el ele bizler bu hale getirdik. Avukatlar yeterince hak savunuculuğu yapmadı, haksızlığa karşı sustu, konuşanları da hakimler susturdu, kararlarını bir silah gibi kullandı, polise inandı avukata yalancı dedi mahkum etti, savcılar savdı gitti ve nitekim bu hale geldik! Ancak kimsenin bir ders aldığı yok! Kayıkçı kavgası hala devam ediyor! Yani demem o ki, Yargı ve genel olarak yargıç zihniyeti hiçbir zaman hukuka ve savunma haklarına riayet eden bir tutum içinde olmamıştır.
- Türkiye’de hukuk nasıl bir hal aldı? Hukukun Üstünlüğü, Üstünlerin Hukukuna mı evriliyor?

Türkiye’de garibana uygulanan bir hukuk vardır bir de üstünlere, zenginlere ve makam sahiplerine uygulana bir hukuk vardır, tabi bunun adına hala bir hukuk diyebiliyorsanız! Yargı denilen aygıt topluma huzur ve güven dağıtmak yerine güçlünün elindeki bir silah gibi kullanılmıştır!  Yargı tarihinin en düşkün dönemlerinden birini yaşıyoruz. Bu halden hepimizi sorumluyuz ve çareyi de yine birlikte aramalıyız!

- “Son zamanlarda yapılanları bir hukukçunun anlaması mümkün değil” diyerek  7 ay önce hukukçu olmaktan neden istifa ettiğini söyleyen  eski İstanbul Barosu Başkanı Prof. Yücel Sayman’ın bu tepkisini bir Baro Başkanı olarak nasıl değerlendirirsiniz?

İnanın aynı şeyleri zaman zaman ben de düşünmüyor değilim… Ancak böyle zamanlarda Hukukçular kaçarsa geride kimse kalmaz. Bu ülkeye gerçekten bir gün hukukun hakim olacağına inanmak istiyorum. Ancak çok ciddi tehlikelerle karşı karşıyayız, Türk tarihinin ikinci “Fetret” devri ile karşı karşıya kalabilir ve büyük yıkıma uğrayabiliriz!

- Sizce “Darbe” suçlamasıyla kapatılan yolsuzluk dosyaları yeniden açılır mı?

Sonucu ne olur bilemem ama açılmayan her dosyanın her zaman açılma ihtimali vardır. Bugün kapatırsınız ama o dosyalar sadece uykuya yatar! Yolsuzluk iddiaları karşısında “darbe yapıyorlar” demek gerçekten komik ancak bu güne kadar saklanmış ve bir zamana kadar bekletilmiş ise bu durumun da sorgulanmaya ihtiyacı var!  Doğrusu, kimse masum değil, haklarında yolsuzluk iddiası bulunanlar ile bunu iddia edenlerin dünkü iç içe geçmiş hali çok sorunlu bir ilişkidir! Bu dönem tümüyle masaya yatırılmalıdır. 

- Sizce Uluslararası mahkemelerde bu dosyaların bir karşılığı var mıdır?

Elbette bir karşılığı olacaktır. Ancak bu durum biraz da dünyada yönünüzü ne taraf döneceğinize bağlı bir durumdur. O halde şu soruyu sormalıyız diye düşünüyorum, Türkiye’nin istikameti ne tarafa olacaktır? Batıya mı, Orta doğuya mı? Hangi yönde karar kılacağız? Eğer Ortadoğu’ya dönecek olursak bir karşılığı olmaz zira Ortadoğu ülkelerinin rejimleri bellidir! Demokrasi, şeffaf toplum, adalet, hukuk, özgürlük gibi kavramlarla sizi kimse köşeye sıkıştırmaz.  Ancak yönümüz Batı istikameti olacaksa eğer hukuk, demokrasi, insan hakları, şeffaf ve açık bir toplumun gerekleri ülkemizi köşeye sıkıştırır ve tüm bunların taraf olunan uluslararası sözleşmelerden doğan bir karşılığı olur. 
- Yolsuzluk operasyonundan sonra kurulan ve partili olduğu tartışmalı isimlerin atandığı Sulh Ceza Hakimliklerinin süper yetkilerle donatılması nasıl yorumluyorsunuz?

Hani ÖYM’ler kaldırılmıştı diye sorarım! Öyle ya da böyle, belli bir amaca matuf operasyon mahkemeleridir bunlar. Bunu herkes görüyor, kimse de inkâr etmiyor zaten! Böyle bir mahkemenin adalet dağıtacağını kimse düşünemez! Kuruluş amacı çok sorunlu bir kere. Kim olursa olsun, kime karşı olursa olsun, konuya ve amaca göre mahkeme kurulamaz. Kuruluyorsa eğer ben bu mahkemelere mahkeme diyemem!
- 17 ve 25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet, TIR, Suriye, Soma, Meclis Yolsuzlukları Soruşturma Komisyonu ifadeleri gibi birçok soruşturma ve davaya getirilen yayın yasaklarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

17-25 Aralık ve Meclis Yolsuzlukları soruşturma komisyon ifadelerine getirilen basın yasağını anlamak mümkün değil. Her şeyin gizli kapaklı kapılarda konuşulduğu bir ortamda verilen karara kimse inanmaz. Toplumun kendisini yöneten insanların verdikleri ifadeleri bilmeye hakları vardır. 

- Kamuoyunun, kendisini doğrudan ilgilendiren bir olay hakkında haber alma ve bilgi sahibi olma hakkı anayasal koruma altından çıkarılmakta mıdır?

Fiilen öyledir. Yasa var ama dinleyen yok. Bu günlerde yasaları fazla ciddiye almamak moda oldu. Bu günlerde “Anayasal hak” tabiri sadece bir tabir, o kadar!

- Yolsuzluk soruşturmalarında Bakanlarla ilgili dosyalara getirilen yayın yasaklarına gerekçe olarak “şöhretlerinin zedelenmemesi” denmesine nasıl yaklaşıyorsunuz? Size göre, bu soruşturmaların haberleştirilmesinde kamu yararı mı şöhretler mi önceliklidir?

Kesinlikle halkın bilme ve bilgi edinme hakkı önceliklidir. Kesinleşmiş bir mahkeme kararı olmadan elbette kimsenin itibarı zedelenmemelidir ancak yönetilenlerin kendilerini yöneten insanların böylesi iddialar karşısında verdikleri cevapları bilme hakları vardır. Ayrıca verilen cevapların bilinmesi neden rahatsız edici olsun, neden şöhretleri zedelensin ki? O zaman şöhretleri zedelenmesin yargı denetiminden tamamen bağışık tutalım olsun bitsin!

- Size göre; Basının haber yapmasındaki kamu yararı ölçütü ve sınırları neler olmalıdır?

Bir defa kimse kesinleşmiş bir mahkeme kararı olmadan yargısız infaz yapmasın bu bir, hedef göstermesin bu iki, operasyon mantığı ile algı yönetimi yapmasın, toplum mühendisliği yapmasın, özgür ve bağımsız bir karakterle habercilik yapsın derim.
- Bazı gazeteler ve internet medyası, Meclis Soruşturmasına getirilen yayın yasağına uymayacağını açıkladı. Yayına devam eden kuruluşların bu tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu basın kuruluşlarını neler bekliyor?  Türkiye’de basın özgürlüğünde gelinen aşamayı nasıl buluyorsunuz?

Türkiye’de özgür basın yok! “Ben özgür basınım” demekle özgür basın olunmuyor! Bu nedenle gelinen aşama diye bir şey yok! Bir aşamaya gelinmedi yani, hatta daha beter bir haldeyiz! Bir kısmı hükümete bağlı, bir kısmı cemaate, diğer bir kısmı başka bilmem hangi yerlere! Ne bileyim belki de bağımsız ve özgür basın sadece bir ütopyadır bizim için!
- Siyasi iktidar ve bazı resmi idarelerin kendi aleyhine alınmış davalardaki Yürütmeyi Durdurma Kararlarını ve mahkeme kararlarını tanımaması ve kararı uygulamamasını, yeni yasal değişikliklerle kararların hiçe sayılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?  Sizce bu uygulamalar suç teşkil eder mi? 

Bu durumun neresini değerlendireyim Allah aşkına! Suç olsa ne olacak! Mahkeme kararları uygulanmıyor da ne oluyor? Hiç! Hukukun adı var bu ülkede. Hukuk devleti falan değiliz, hatta kanun devleti bile değiliz artık! Tüm bunlar evet suç ama bu durumun hukuk devletinde, en azından kanun devletinde bir anlamı vardır, Türkiye’de ise sadece adı vardır, üzerine basar geçer gidersiniz, bu kadar!
- Son  yasayla polise verilen yetkileri nasıl yorumluyorsunuz? “Somut delile dayalı kuvvetli şüphe” yerine “makul şüphe” yeterli sayılmasıyla ilgili yasa Türkiye’ye neler getirir, neleri götürür? “Makul şüpheli” haline gelen Türkiye’yi bundan sonra neler bekliyor?

Muğlak ve keyfi bir kelime. Bu kelime ile istenirse herkes makul birer şüpheli yapılabilir. Şüpheli olmak bu kadar kolay olmamalı. “Somut delile dayalı kuvvetli suç şüphesi” de çok zorlayıcı ve mantıklı değil ancak “makul” denilerek şüpheli olmak da bu kadar kolay ve keyfiliğe yol açacak şekilde olmamalı. Ancak asıl sorulması gereken şu; 8 ay önce neden “makul” şüphe kavramı değiştirildi ve “Somut delile dayalı kuvvetli suç şüphesi” gibi çok zorlayıcı bir kavram getirildi? Peki, şimdi neden tekrar “makul” şüpheye geri dönüyoruz? Bu sorunun “makul” bir insan için “makul” bir cevabı yok!

- Bir yandan SOMA’daki maden işçilerinin haklarını düzenlemek için yola çıkılan torba yasada, işçiler lehine düzenlemeler yapılırken, diğer yandan Torba yasanın çıktığı gün SOMA  faciasını soruşturan Bakanlık müfettişlerine soruşturma izni verilmedi.  İşçi hakları konuşulurken, facianın sorumluları olan kamu görevlilerinin yargıdan kaçırılması neyle açıklanabilir?


Açıklanabilecek bir şey yok! Siz zaten sorunuzda cevabı da veriyorsunuz.

- Aynı torba kanunda, tayin, atama, göreve iade gibi verilen mahkeme kararlarının idarenin 2 yıl boyunca uygulamayabileceği hükmü var. Mahkeme kararlarının YASA YOLUYLA idare tarafından uygulanmasının engellendiği bir dönemden geçiyoruz. Bu hüküm için ne dersiniz? Türkiye’de  birbirine eşit olan erklerden Yürütme, Yargının önüne mi geçti?

Türkiye’de Yargı mı var ki önüne geçsin! Olmayan bir şeyin önüne geçemezsiniz! Türkiye’de yargı diye bir şey yok! Türkiye’de yargılama yok, muhakeme yok, karar var, sadece bir karar! Gerekçesiz, hiçbir felsefesi olmayan, kuru, sıradan, klişe bir karar! Bunun adına hukukun felsefesini bilen hiç kimse yargı diyemez, yargılama diyemez! Türkiye’de avukatla sandalye kavgası yapan, ayağa kalkacaksın oturacaksın diye ağız dalaşına giren, sürekli didişen, yargılamanın ruhuna ve özüne yabancılaşmış bir sahne komedisi var.
- Son yasayla avukatların soruşturma dosyalarından belge ve bilgi alma hakları yeniden ellerinden alındı. Yargının üç erkinden biri olan avukatların dosyadan örnek alma hakları geçtiğimiz Şubat ayında getirilmişti. CMK 153. Maddeyle düzenlenen bu uygulamanın yeniden kaldırılması ne anlama geliyor? Savunmanın savunma hakkı elinden mi alınıyor?  Baro olarak bu husustaki görüşünüz nedir?

Bunun ne anlama geldiğini bu düzenlemeyi yapanlara sormak lazım! Doğrusu bunu ben de merak ediyorum. Ayrıca avukatlar yargının üç erkinden biri falan değildir! Avukatlar yargının sokaklara terkedilmiş bir üvey evladıdır! Bu hep böyleydi, bugün olan bir şey değil! 8 ay önce de vardı bu dosya kısıtlama kararları. Yıllarca da var olmaya devam etti. O zamanlar da bugünlerde olduğu kadar itiraz etmeliydik. Sürekli söylediğim bir şey vardır, yargıyı belli siyasi davalar üzerinden tartışarak düzeltemeyiz, yargıyı sıradan vatandaşların yargılamalarını izleyerek, dinleyerek ve asıl buradaki sorunlara eğilerek düzeltebiliriz. Bu nedenle “savunmanın savunma hakkı elinden mi alınıyor” sorusu kendi içinde anlamsız bir sorudur, zira savunmanın hiçbir zaman elinde bir savunma hakkı olmamıştır, avukatın varlığı ceza yargılamasında sadece adetten bir durumdur! http://www.hukukihaber.net/gundem/turk-yargisi-lagvedildi-h50712.html